P.S. An anecdote about urban lives which found expression ın me in Turkish language after a gong bath session I attended… Sorry for followers don’t understand Turkish…
Prenzlauer Berg, fiyakalı bir sokak, şık görünümlü butik restoranların masaları kaldırımlara yayılmış. Şıkır şıkır orta yaş üstü güzel insanlar şaraplarını yudumluyor. Haldır huldur sürdüğüm bisikletle önlerinden aceleyle geçiyorum. Saat tam 21.05, “gong bath” seansına beş dakika geç kalmışım, bir umut kapıda bekliyorum hoca içeri alır diye, alıyor. Tek odadan oluşan giriş katında dükkan havasındaki yoga stüdyosu kapının ağzına kadar dolu. Hindistanlı zannettiğim bir hoca var, sonradan gelenlere kapıyı açarken bir yandan da içeridekileri nefeslerine yönlendirmek için “nefes al, nefes ver…” diye tekrarlıyor.
Berlin’in en sıcak yazlarından biriymiş öyle diyor insanlar, vantilatörler çalışıyor 40 kişilik sınıfta. Kentsel spor üyeliği app’imle check in’imi yaptıktan sonra bir mata yerleşiyorum. Sırt üstü uzanıyorum, gonglar çalınmaya başlıyor. Birbiri ardına bam bam bam vuruyor tokmağı, sesler dalga dalga yayılıyor odanın içine. Atmosfer dalgalanıyor, dalga dalga hissediyorum sesin uzaya ve bedenime yayılışını. Kendimi teslim etmem vakit alıyor, bin tane düşünce uçuşuyor kafamda, yargılar, kıskansçlıklar, kendini beğenmişlikler… Çatal kaşık seslerini duyuyorum köşedeki restorandan gelen… İnsanlar mutlu bir şekilde sohbet edip yemeklerini yiyor… Kapının önünden geçen insanların ayak sesleri… Odanın içinde dönen fanların yarattığı rüzgar tenimde soğukluk yaratıyor… Bisiklet maratonumun tenimde yarattığı ter içimi ürpertiyor, bir battaniye olsa iyi olurdu diye düşünüyorum… “Kalkıp yanıbaşımda dönen fanlardan birini kapatsam mı?” Yan mattaki kadının nefesini işitiyorum, burnumun içine yayılan ten kokusu, ağzım kuru, keşke su içebilseydim “bammmmm”… Bam bam bam birbiri ardına vurulan tokmaklar kulağımda çınlıyor…
Bu Hindistanlı adam Berlin’in göbeğinde ne yapıyor diye düşünüyorum. Berlin, dünyanın dört bir yanından gelen insanların buluşma noktası gibi, müthiş bir enerji yükselmesi yaşanıyor kentte… Kendi göçüm geliyor aklıma, babamın göçü, onun ardından ailece oradan oraya sürüklenişlerimiz ve yeni hayatlar kurma çabalarımız… Sonra dedelerimizin ve nenelerimizin yaptığı kitlesel göçler… Şimdi kendimin yetişkin halimle yaptığım bu göç, sonu olmayan, sonraki durağın belirsiz olduğu… Babam bir keresinde beni yaşam oyununda deplasmanda olarak gördüğünü söylemişti, bir gün bitecek ve geri dönecektim… Oysa ben hiç bilmedim nereye ve ne zaman döneceğimi… Ben bir gün dönsem de o artık bunu göremeyecek ya neyse… Bam bam bammmm… Ses dalga dalga yayılıyor uzaya ve bedenime, resetleniyor bütün düşünceler, sadece o an var artık… Tenimdeki soğukluk, omuzlarıma değen matin hissi, yerçekimi her seferinde biraz daha aşağı çekiyor bedenimi, teslim oluyorum gongun sesine ve yerçekimine. Dalga dalga yayılıyor… Dalga dalga… Dalga… Dal… Da… D…
Seans bitiyor, bir minik paylaşım anı… Ben böyle anlarda hiç konuşmam ki, görünür olmaktan hoşlanmam, hep o arkada oturan cevapları bilse de sessizliğini koruyan kişiyim ben. Bazıları aceleyle matlarını yerine koyup kentin içine akıyor. Ben her zamanki gibi harekete geçmek için kalabalığın azalmasını bekliyorum. Ağır hareketlerle matımı rulo yapıp yerine koyuyorum, kapıda dört beş kişi hocayla sohbet ediyor o sırada. Hoca diğerlerine anlatırken duyuyorum, acı ne kadar fazlaysa gonga o kadar ağır vururmuş, farkındalık ne kadar fazlaysa da gonga o kadar hafif vururmuş… Teşekkur edip, sarılıp çıkıyorum ve ben de diğerleri gibi kentin içine akıyorum bisikletimle.
Restoranlar nispeten boşalmış, sokaklar olabildiğine aydınlık, basıyorum pedala süzülüyorum Berlin sokaklarına, diğerleri gibi… Trafiğin sesi, egzoz kokusu, bir köşede müzik yapan gençler, diğer köşede sarhoş bir evsiz, karnımın açlığı, tenimdeki üşüme hissi ve batan güneşin gökyüzünde yarattığı pembenin türlü türlü tonu…